Şehitler ve Şehadet Ayı Şubat…
İslam dünyasında tarihe mal olan, yaşamları boyunca İslam’a hizmetten ve dava saflarında mücadele etmekten bir an bile geri durmayan, İslam uğruna akıttıkları kanları ile Kur'an davasını yüce makamlara taşıyan, çorak toprakları mücadele azmi ve örnek yaşantısıyla yeşerten, Allah'a verdikleri sözü yerine getiren ve İslam dünyasının gönlünde taht kurmuş nice şahsiyetlerin şehadet şerbeti içtiği bu ay “şehadet ayı/şehitler ayı” olarak tanımlanıyor.
Şehadet ebediyen diri kalmaktır.
Kur'ân-ı Kerîm'de:
"Allah yolunda öldürülmüş olanlar için `ölüler' demeyiniz. Bilakis onlar diridirler. Fakat siz bunu anlayamazsınız." (Bakara: 2/154) buyurulmuştur. (Bkz; Âl-i İmrân: 3/169-170)
"Şehid: toprağa atılan bir tohum, karanlık dünyayı aydınlatan manevi bir güneş, gaflet perdesini yırtan bir çığlıktır. Şehitlerin pak kanları İslam'ın muzafferiyeti için bir diyettir.
Şehid; Allah’ın rızası için savaşan ve İslâm'ın temel hedeflerini gerçekleştirmek için hayatını feda edendir. Şehid, imanına bedenini şahit kılmaktır.
Şehit tevhide şahitlik eden ve bu şahitliğini canını feda ederek, ispatlayan kişidir.
Onun için şehitlerin şahitlikleri ebediyen devam eder, çünkü onlar tevhide şahitlik etmekle ölümsüzlüğe ulaşmışlardır.
Bütün bir hayatları tevhide şahadet edenlerin ölümleri de tevhide şahadet eder.
Şehid, imanına namazıyla, cihadıyla, hayatıyla, mematıyla, kanıyla, Allah’ı şahid tutandır.
"Şehit, Allah'ın dinini yüceltmek için, Kelime-i Tevhid bayrağını yeşertmek için, Allah'ın rızası için canını Rabbine pazarlayan, en sevdiğinden vaaz geçip, canını feda edendir."
Şehitlik; neticesi cennet olan “büyük kurtuluş”tur
Şahit gibi yaşamayanlar şehit gibi ölmezler.
Dilimizle dile getirdiğimiz bu şahadeti yaşamımızla somutlaştırmamız gerekir.
Yaşa şehit gibi hayatını, imanın hayatına, hayatın imanına şahitlik yapsın; söyleminle hayatın birbirini tamamlasın.
Şehadet hayatını Allah’a vererek cenneti satın almaktır.
"Ey iman edenler! Elem dolu azaptan kurtaracak bir ticareti size göstereyim mi?
Allah'a ve Resûlüne iman edersiniz ve Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla savaşırsınız.
Eğer bilseniz, bu sizin için daha hayırlıdır." (Saf, 61/10-11)
“Müminlerden öyle erler vardır ki Onlar Allah’a verdikleri sözde durdular; Kimisi adağını yerine getirip şehid oldu. Kimisi de şehid olmayı bekliyor. Onlar Allah’a verdikleri sözü asla değiştirmediler” (Ahzab Süresi;33/23)
İmam Ahmed b. Hanbel, bu ayetle ilgili olarak şu olayı naklediyor: “
“Uhud’un Ardında Cennet Var” diyen Enes b. Nadr Bedir Savaşı’na katılamadığı için bu duruma çok üzülüyor, Resulüllah (s.a.s)’e gelerek: “Allah yolunda cihad için bir fırsat daha çıkarsa nasıl savaştığımı herkes görecek.” diyordu.
Resulüllah (s.a.s) “Allah’ın kullarından öylesi var ki şöyle olacak diye yemin etse Allah onun yeminini kesinlikle yerine getirir.” diyerek övdüğü bahtiyar bir sahâbîydi.
Nihayet Uhud Savaşı gelip çattı.
Resûlullah (s.a.v.)’in yanında Uhud Savaşı'na katıldı. Savaşın devam ettiği bir sırada Medine’nin kahraman yiğidi Sa’d b. Muâz’ı gördü, yanına gitti.
- Haydi, savaşalım, vallahi ey Sa’d, Uhud’un ardında cennet var, cennetin kokusunu alıyorum, dedi ve öldürülene kadar müşriklerle savaştı.
Abdullah b. Kamîe İslâm ordusunun sancaktarı Mus’ab b. Umeyr (r.a) şehid etti. Mus’ab, Peygamberimize çok benziyordu. Efendimizi öldürdüğünü düşünen İbn Kamîe bir kayanın üzerine çıkmış bağırıyordu:
“Muhammed’i öldürdüm, Muhammed öldü!”
Nebinin şehadet haberi Müslümanları derinden sarstı.
O öldükten sonra savaşmanın ne anlamı vardı?
Müslümanların idealleri, hedefleri kalmamış, her biri ne yapacağını bilmez bir vaziyette darmadağın olmuştu.
O Öldükten Sonra Yaşamanın Ne Anlamı Var?
Enes b. Nadr (r.a) işte tam bu sırada ortaya çıktı.
Allah yöneldi ve şöyle dedi:”Ya Rabbi! Şu müminlerin hâlinden, dağınıklığından ötürü Senden af diliyorum. Şu müşriklerin yaptıklarından da Sana sığınıyorum.” Sonra müşriklerin üzerine doğru yürümeye başladı. Yolda gördüğü arkadaşlarına sesleniyor, onları direnmeye davet ediyordu: “Allah Rasûlü öldüyse, Allah bâkidir. Haydi! Allah yolunda savaşalım, biz de şehid olalım.”
“Rasûlullah öldükten sonra savaşmanın ne önemi var!” fikri yok oluyor, “Efendimizden sonra yaşamanın ne anlamı var!” düşüncesi dalga dalga yayılıyordu. Sahi savaşmanın, mücadele etmenin amacı, Medine’den kalkıp buraya kadar gelmenin sebebi Allah’ın rızasını kazanmak değil miydi?
Cesedinde seksen küsur ok, kılıç ve mızrak yarası tespit edilmişti. O halde ki kız kardeşi Rubbiy binti Nadr, “Kardeşimi ancak parmaklarından tanıyabildim” demişti. (Müslim - Tirmizi -Nesai)
“Müminler ancak o kimselerdir ki, Allah’a ve O’nun Rasülüne iman etmişlerdir. Sonra (imanlarında) şüpheye düşmemişler ve Allah yolunda mallarıyla canlarıyla savaşmışlardır. İşte böyle kimseler, imanlarında sadık olanlardır.” (Hucûrat Sûresi:15) (Bkz.Nisa 4/75)
"Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin olsa bile dünyaya geri dönmeyi arzu etmez. Sadece şehit, gördüğü aşırı itibar ve ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve on defa şehit olmayı ister." (Buhârî, Cihâd 21)
Kur'an ve Sünnet bu naslarla dolu iken ve Kur'an ve Sünnete iman eden ümmetin yiğit evlatları var iken, Siyonist Haçlı ittifakının gerek Filistin, gerekse İslam diyarının sair coğrafyalarını işgal ve ilhak planları, boşa çıkmaya mahkûmdur.
Ümmetin ayağa kalkması, dünya izzeti ve ahiret saadeti elbette bedel ister.
Bu ümmet, izzet ve şerefini cihad ve şehadetten almıştır. Bu ümmet bir bütün olarak cihad ve şehadet özlemi ile yanıp tutuştuğu dönemde dünyanın efendisi olmuş, bütün âleme şekil ve nizam vermiştir. Ama ne zaman ki ölümden tiksinen, şehadet arzusunu unutan ve dünyayı ahirete tercih eden bir millet haline geldi, işte o zaman zirveden düştü ve gayrimüslim milletlerin oyuncağı haline geldi.
Zirveden düştüğümüz bu dönemde de davasında samimi bazı erler ortaya çıktı.
İnancı uğruna canlarını feda ettiler. Müslümanların izzet ve onurunu korudular.
Bunun için de varlıkları İslam düşmanlarını rahatsız etti ve nihayet türlü komplolarla şehit edildiler.
Bugün İslam ümmetini bu zilletten kurtaracak yol bellidir. Bu yol daha önce defalarca denendi ve İslam ümmeti her defasında düştüğü yerden bu metodla ayağa kalktı ve tekrar zirveye ulaştı.
O yol tek bir yoldur ve o yol Cihad ve şehadeti arzulayan bir ümmetin inşası yoludur.
Kolay bir zafer yoktur ve İslam tarihinin hiçbir devrinde de olmamıştır.
Bu şehitlerimizin birçoğu Hasan El-Benna'dan İskilipli Atıf Hoca'ya, Metin Yüksel'den Malcolm X'e, Abbas Musavi'den Zelimhan Yandarbiyev'e kadar birçok sembol ismin Şubat ayında şehadete yürümüşlerdir.
Böyle diyorlar şehitler bize....
Tevhidin zulme haksızlığa direniş olduğunu, Zulümlerin yeryüzünden kalkması için yegane yolun,
Allah yolunda mücadele etmek ve bu uğurda ölmek olduğunu, öğretti bize şehidlerin pak ve temiz kanları..
Ardına bakmadan yürümen gerekecekse yürüyeceksin.
Kimin geride kaldığına aldırmayacaksın. Bazen en sevdiklerini bırakacaksın.
Olmuyorsa olmuyordur.
Gündüz çıkamıyorsan bir gece sessizce çıkacaksın.
Kimi geride bıraktığını umursamayacaksın!
Öyle ki, eşin mi geride kaldı?
Lut peygamberin eşi de geride kaldı.
Oğlun mu geride kaldı?
Nuh peygamberin oğlu da geride kaldı.
Baban mı geride kaldı?
İbrahim peygamberin babası da geride kaldı.
Amcan mı geride kaldı?
Hz. Muhammed (s.a.s)’in amcası da geride kaldı.
Tüm akrabaların mı geride kaldı?
Hz. Hud peygamberin akrabaları da geride kaldı.
Sen bir avuç inanan ile yürüyecek ve "üzülme, Allah bizimle" diyeceksin.
Bu benim eşimdir, babamdır, anamdır, partimdir, hocamdır, şuyumdur, buyumdur demiyeceksin... Bırakıp gideceksin.
Gündüz gidecek cesaretin yoksa gecenin bir vaktinde terki diyar edeceksin...
Şehadeti istemek, şehitlerin davasına sahip çıkmakla olur. Şehitlerin bize bıraktığı emanetleri canımızla, malımızla, evladımızla o emanetlere sahip çıkmakla olur.
Rabbim Şahit gibi yaşamayı şehit gibi ölmeyi cümlemize nasip etsin.
Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun…