Yazmak, her konuştuğumuzu mu? Her okuduğumuzu mu? Neden yazma ihtiyacı
duyarız? Yazdıklarımız kendimiz için mi? Nasıl başladım hatırlamıyorum? Neyi
amaçlıyorum bilmiyorum? Hedefsizse tüm kitapların -asla bitiremeyeceğim- bir
kısmını okuyabilmek ve anladığımı yazmak istiyorum. Belki okuduklarımı tekrar
etmek amacıyla yazıyorum. Belki de yazdıklarım mutlu ettiği için yazıyorum.
Birileri için olmak zorunda değil. Hedefim iyi yazarların arasına girmek
değildir. Velhasılıkelam bir işi yaparken dış etkenlere bağlamaya gerek yok.
Bir derdimiz olmalı, yoksa dert aramaya çıkmalıyız. Bu dert, bir amaç
edindiğimizi gösterenlerden olmalı. Günümüzün monotonluğuna,
vurdumduymazlığına, bize verdiği rehavete ve ondan kaynaklanan mutsuzluğumuza
çare aramaktan yana olmalı. Her ne kadar çağımız eski çağlara göre farklı olsa
da o zamanda yaşamış insanların da derdi vardı. Onlar da ortalama bir ömür
yaşadılar, ortalama bir insanın başına gelebilecek sıkıntıları yaşadılar.
Kendimizi bir ben olarak düşünüp,
derdimizin dermansız olduğunu kendimize dikte etmenin manası yok. Ya da
boşluğun (amaçsız hayaller) peşine takılıp derman aramaya gerek yok. Biz
olağanüstü değiliz bizim dertlerimiz de başkaları tarafından yaşanmış olabilir.
Ne ararsan var. Yok yok.
Şimdi onların bize bıraktığı bir veya iki sözü kendi anladığım
şekilde size yorumlamak istiyorum. Şu an için aklıma gelen “İşleyen demir
ışıldar.” Sözlükte ki anlamı “iş yapmaksızın duran kimse hantallaşır, çalışma
yeteneğini yitirir, oysa çalışan kimse daha da açılır, kendini gösterir” diyor.
Hâlbuki devamını yazmış olsalardı, mutluluğa bağlamaları gerekirdi diye
düşünüyorum. Bence günümüzdeki mutsuzluğun sebeplerinden birisi bedenimizi
sürekli hareketsiz kalması ya da kafamızın bir işle meşgul olmamasıdır.
Çalışmayan demir de bence ışıldamadan önce mutsuzdu, ışıldayınca mutlu olmaya
başlamıştır. Eminim kütükte marangoz sayesinde işlenince bir işe yaramaya
başladı. Marangoz kütüğe el atmasaydı ateşte yanacaktı. Bu arada kütükte lazım.
Kütükten yapılacak eşya da lazım. Hangisi olmak isterseniz artık size kalmış.
Yanmamamız için kendimize hareketi ve düşünmeyi fazla
görmemeliyiz. Zaman demir gibi ışıldama zamanıdır. Kütük gibi ya marangozun
eline düşüp düzeleceğiz ya da ateşte yanmaya razı olacağız. Razı olmak:
istemek, kabul etmek anlamına gelir. Sonra ben istemedim diye ah vah etmenin
mânâsı yok. Baktığımız zaman, eylemler birileri tarafından gelişmeye muhtaç
kalıyor. Şimdiden bir sonraki vakitlere hazırlanmak gerek.