Ama sizin Güneşiniz yok!

Selahaddin Çelik

Doğu aklı; hikmetini nüktelerle sergiler. 

Denilir ki İsveçlinin şahıs, ülkesinde dolaşmakta olan misafir bir Türk’le konuşurken, ülkesiyle ve halkıyla bir hayli övünmüş:
“Bizde kimse unvan kullanmaz ve o ünvanlı çağrılmaz. Kartların üstünde; avukat, doktor, Prof. göremezsin. Bizde bir kafe doluysa başbakan dahi gelip, yer yoksa geri döner… Öte yandan tabiatımız bir cennet gibidir...”
kabilinden, birçok güzellikleri ve doğruları söylemiş. 

Bunları sabırla dinleyen bizim Türk, tek ağızla; “Ama sizin Güneşiniz yok!” der.

Tahmin ettiğiniz üzere, tüm tartışma bıçak gibi kesilmiş. Aydınlığa hasret İsveçli, boynu bükük ayrılıp gitmiş. 

Yukarıdaki nükteden benim anlamak veya uyarlamak istediğim; modern uygarlık ve onun taptığı “kalpsiz akıl”, ne yaparsa yapsın, ne kadar gelişirse gelişsin; “Güneşsiz!”. Yani “hakikâtsiz, Peygambersiz ve Tanrısız”. 

Evet, güzellikleri var, bu doğru... 

Ama ruhu kâfir, kalbi fasık bir zekâ ve uygarlık dünyasıdır.

Hakiki değil, sahte ve geçici çabuk söner ışıklarla kendini avutmaktadır.

Filozof Taha Abdurrahman’ın ifadesiyle “modern akılcılık”; “kesinliğin yokluğu ilkesi”nden hareket eder.  

Yani “mutlak doğrunun yokluğu”... Haliyle bu Batı; ilim ile ahlakı ayırarak; “doğruluk bunalımı”, akıl ve gaybı birbirinden ayırarak da “amaç bunalımı” yaratıyor.

Bunun neticesi olarak, hayatta ve fikirde Tanrıyı öldürdüğüne inanıyor.
Oysa Tanrı ölmüşse; insan da ölmüştür.

Nitekim insanlığımız iyice aşınmıştır. Can çekişmektedir. 
Gönül evi de tarumar...
“Değerler enflasyonu” içinde eldeki “hakikat” dahi ucuz. 
“Geveze dindarlık” da kalbe merhem değil.

Bugün “madde” adlı akılsız ve iradesiz varlık, tapılası tek değerdir. Nihilist ve ateist bir filozof, Nietzsche bile; “Çöl büyüyor!” demekten kendini alamamış.

Modern medeniyet, bir imaj ve tüketim medeniyeti. Tüketen ve sonuçta da tükenenlerin medeniyeti… 

Hakikât aşkı olmadan , ama Hakk’ı elde ettiğini sananların “...mış” gibi hayatı...

“Tanrıyı paranteze alarak yaşayan insanlık” çökmektedir. “Modern hayatta stres, kitlesel afet boyutuna ulaşmış durumda.” 
Ne antidepresan ilaç, ne içki ne de başka şeyler insanlığın bu krizine çare değil… 

Nefislerindeki “yalancı bağımsızlık” hali de insanlığı bitirecek gibi.
Öte yandan “pratik ateizm”; dinsiz yaşam…  Dine inansa da, (Müslüman olduğunu söylese de) dinsiz gibi yaşamak, dinsiz gibi hal ve tavır sergilemektir.

 İnsanlık şu an “pratik ateist”tir. Yani Tanrıya inansa da, Tanrı yokmuş gibi hayatı yaşamaktır.
Hakikât ve anlam yoksunluğundan (ve kirli dindarlığımızdan ötürü) dünyanın sonu gelecektir.

Nitekim “Kültür fuhşiyatı” yaşayan Müslümanlık da kirlenmiştir. 
Beyinlerimiz birer çöplük, kalplerimiz de Sahra Çölü…

Ellerdeki telefon, bizim yularımız, tv ise aklımıza kilit…
Zavallı günahkâr doktor (mü’min) hastadır. Hatta, hasta modernlerden daha ziyade yatalak ve aciz…

Baş hastalığımız; ahlaksızlık… 
Hatta aklı ve fikri zehirleyen en büyük “neden”!... 

Ahlaksızlık; hanelerimizi ve yuvalarımızı ateşe vermiş durumda. (Evlilikte, ilk üç ayda yaşanan boşanmalardan bunu görmek zor değil.)

Hâsılı, dinsizler dahi bize ahlak dersi veriyor. Bu kadar düştük.
Umutsuzluk; dinsizliktir.

Amaç, dobra dobra teşhis yapmak, aldatmamak, kandırmamak… 

Esasen işin iyi tarafı da var: Nasihatin yaramadığı yerde musibetlerle akıllanmak… 
Bin nasihatin yapamadığını, bir tek musibet yapabiliyor.

O beklenen müjdeyi, o son ve en büyük atılımı; “musibetler” (ve bazı salih doktor kullar) bize kazandırabilir. Çünkü hastalık artınca, derman da yaklaşır.

Selametle. 

Paylaş: