BEN İSLAM'IN OĞLU SELMAN'IM

Burhanettin Aydemir


Bizleri engin rahmetinin bir tecellisi olarak yoktan var eden, tanışmamız için farklı dillerde ve farklı renklerde yaratan, Yüce Rabbimiz Hucurat suresinde, “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. (O’na karşı derin bir sorumluluk bilincini taşıyanınızdır.) Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.”(1)buyurarak, Kur’ân’a göre, etnik farklılıklar üstünlük ya da övünme yerinme vesilesi olsun diye konulmamıştır.

Etnik farklılıkların yaratılış sebebi tanışmak içindir,yoksa atalarla övünmek için değildir. Kavim ve kabilelerini yarıştırıp ırkçılık ve düşmanlık tohumları ekmeleri için değildir.

Allah’ın tanışmak için koyduğu ilkeleri üstünlük, övünme ya da yerinme vesilesi yapmaya kalkanlar ilahi ilkeleri ters yüz edenlerdir, tersine çevirenlerdir.

Tek üstünlük ölçüsü vardır Allah katında. Nedir peki? Onu da ayetten okuyalım; “inneekremeküm ‘indallâhietkaküm” şüphe yok ki Allah katında en hayırlınız, en iyiniz, en üstün olanınız, O’na karşı sorumluluk bilinciyle en güzel biçimde donanmış olanınızdır.

 

“Şüphesiz Allah, sizin sûretinize ve mallarınıza bakmaz. Lâkin kalplerinize ve amellerinize bakar!”(2)

Başka bir hadiste de "Allah Teâlâ kıyamet günü sizin soyunuzu sopunuzu sormayacaktır. Şüphesiz ki O'nun nazarında en üstününüz, kötülüklerden en çok sakınanınızdır" demektedir.(3)

Konuyla ilgili bir örnek: Şah-ı Nakşibend’e, "Silsile-i nesebiniz nereye varır?" diye sormuşlar. O değerli insan, "Silsile-i nesebiyle kimse bir yere varamaz" cevabını vermiştir.(4)

Peygamberimiz (sas) bir hadis-i şeriflerinde, “Ey insanlar, dikkat edin! Şüphesiz ki Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. (Hepiniz Hz. Âdem’in çocuklarısınız.) (Bu yüzden) Arab’ın Arap olmayana; Arap olmayanın Arap olana; kızıl tenlinin siyaha; siyahın kızıl tenliye (ve böylece hiçbir ırkın diğerine) takva dışında bir üstünlüğü yoktur.” buyurmuştur.(5)

Bunun da ötesinde, “Kim gayesi İslam olmayan bir bayrak altında bir asabiyete çağırırken veya bir asabiyete yardım ederken öldürülürse onun ölümü cahiliyye üzeredir.”(6)

“Irkçılığa (asabiyyeye) çağıran bizden değildir. Irkçılık davası uğruna savaşan bizden değildir.

Irkçılık davası uğruna ölen bizden değildir.”(7) buyurarak böyle bir ırkçılığın din tarafından uygun görülmediğini ifade ederek Müminin sadece dünyasını değil ukbasını da mahvedecek olan bu cehaletten ümmetini sakındırmadı mı?

 

İslam’ın gelişiyle, cahiliyenin diğer unsurlarıyla birlikte ırkçılık ateşi de söndürülmüştür. Ne var ki, daha Asr-ı Saadet’te zaman zaman bu ateşi tekrar alevlendirebilecek hareketler yapanlar olmuştur.

 

Bir defasında, Hz. Bilâl-i Habeşî (ra) ile münakaşa eden Hz. Ebû Zer (ra) tartışma sırasında Hz. Bilâl (ra)’e, “siyah kadının oğlu” demişti. Olay Peygamberimiz (sas)’e aksettirilince Efendimiz aleyhisselam, bu cahiliye tavrına çok kızmış ve Hz. Ebû Zer (ra)’i: “Ey Ebû Zer! Onu annesinin renginden dolayı ayıpladın hâ! Demek sende hâlâ cahiliye kalıntısı var!” diye azarlamıştı.(8)

Yaptıklarına son derece üzülen ve pişman olan Ebu Zer, yanağını yere koyarak, "Bilal ayağı ile basmadıkça yanağımı yerden kaldırmayacağım" demiş ve özür dilemiştir.(9)

Hz. Peygamber de cahilî bir âdet olan ırkçılığı sık sık gündeme getirerek eleştirmiş ve yasaklamıştır.

 

Hz. SELMAN'IN KIYAMETE KADAR GEÇERLİ CEVABI

Asr-ı Saadet’te yaşanmış, dün, bugün ve yarınımıza ışık tutacak Irkçılık belasına merhem olabilecek Resulü Ekrem (s.a.s)'in Mescidi Nebevisinde yaşanan bir tablo:

Sahabeden bir grup, Mescidi nebevide halka kurmuş aralarında sohbet ediyorlardı.

İçlerinden birisinin Hz. Selman ile bir problemi vardı.

 

Selman-ı Farisi Mescid-i Nebevi'nin kapısından içeri girdiğinde, Selman'la sorun yaşayan bu sahabe, Hz. Selman'ın işiteceği şekilde konuyu değiştirdi ve etrafındaki arkadaşlarına kabile ve soylarını sormaya başlarlar.

Soyun-sopun nedir, sülalen nereye dayanıyor,

hangi kabiledensin? diye sormaya başladı.

Soruya cevap olarak her birisi kendi soyunu-sopunu anlattı.

Birisi der, “Ben Mudar kabilesindenim, falan oğlu falanım!”

Bir başkası ‘Ben Evs kabilesindenim, benim babam Medinelilerin en şereflilerinden falan oğludur. Dedem şudur, dedemin babası şudur!'diye kendi soyunu-sopunu anlatmaya başladı.

Bir başka sahabe,“Ben de Temim kabilesindenim, falanın oğlu falanım.”der.

Bir diğeri “Ben, Hazrec kabilesindenim!”der.

Bir başkası da“Ben de Kureyş kabilesindenim, insanların en şereflilerinin soyundanım!”der.

Selman, bütün söylenenleri esefle dinler.

Sohbet bitince, sohbeti yöneten zat Hz. Selman'a döndü:

Ya Selman, “senin soyun-sopun nereye dayanıyor, sen nerelisin, sen hangi kabiledensin?” diye sordu.

Onlara göre onun vereceği cevabı yoktu, çünkü o acemdir (İranlıdır) ve orada gariptir, bilinen bir soyu yoktur.

Hz. Selman (r.a), kıyamet sabahına kadar yeryüzündeki bütün Müslümanlara ders verircesine örnek olabilecek bir cevap verdi :

 

Ve dedi ki,

“أناسلمانإبنالإسلام”

"BEN DE İSLAM'IN OĞLU SELMAN'IM"

Ve sonra gözleri dolarak şöyle hitap etti:

Ben dalaletteydim, sapıtmış bir insandım, Allah (c.c) Hz. Muhammed (s.a.s) ile beni hidayete erdirdi.

Ben fakir, yoksul bir insandım, Allah (c.c) beni Hz. Muhammed (s.a.s) ile zenginleştirdi.

Ben basit bir köle idim, Allah (c.c) beni Hz. Muhammed (s.a.s) ile özgürlüğüme kavuşturdu.

İşte benim soyum ve ırkım.

“أناسلمنانإبنالإسلام”

Benim soyumu-sopumu öğrenmek mi istiyorsunuz?

Ben de İslâm oğlu Selman'ım, dedi.

Ses seda yoktu. Herkes donup kalmıştı. Ama içten içe İslâm kardeşliği duyguları kaynamaya başlamıştı.

Hz. Ömer (r.a) olanları mescidin bir yerinde dinliyordu. Bu sözleri duyar duymaz ayağa kalktı, topluluğunun yanına geldi.

Hz. Ömer (r.a) Onlara dedi ki, benim de soyumu-sopumu öğrenmek istiyor musunuz?

 

Ben de

“أناعمرابنالإسلامأخوسلمنانإبنالإسلام ”

BEN DE İSLAMIN OĞLU ÖMER'İM.

İSLAMIN OĞLU SELMAN'IN KARDEŞİYİM" dedi.(10)

Hz Ömer'in de “Ben de İslâm oğlu Ömer, İslâm oğlu Selman'ın kardeşiyim” sözleri kavmiyetçilik davası güdenler için unutulmaz bir cevaptır.

 

Oradaki sahabelerden biri daha ayağa kalkar,

"BEN DE İSLÂM'IN OĞLUYUM".

Bir başkası daha hemen ayağa kalkar;

"BEN DE İSLÂM'IN OĞLUYUM"

Bir başkası "BEN DE İSLÂM'IN OĞLUYUM" diye bağırmaya başlarlar, ağlayarak birbirlerine sarılmaya başlarlar, işte bizi ancak bu ruh birleştirebilir.

 

Ben de İslam’ın oğluyum, ben de İslam’ın oğluyum deyip birbirimize sarılma zamanıdır.

Ve mezhebini, meşrebini, ırkını, ideolojisini rahmet dini İslâm’ın önüne geçirme gafletine kapılanlar!

Asabiyetini insanlığının ve Müslümanlığının önünde tutanlar!

 

Hepimiz yeryüzünde büyük insanlık ailesinin birer ferdi değil miyiz?

Hepimiz Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın çocukları değil miyiz?

Hepimiz bir Allah’ın kulları değil miyiz?

O halde nedir birbirimizden alıp veremediğimiz?

Birlikte huzur ve güven içinde yaşayabilmek için ihtiyacımız olan erdem ve faziletler fıtratımıza nakşedilmiş iken bunları fiiliyata geçirmek, söylem ve eylemlerimize yansıtabilmek ve ikincisi olmayan bu dünyayı daha güzel, yaşanabilir bir dünya yapabilmek bu kadar zor mu gerçekten?

 

Gelin Yaratanımızı darıltmayalım.

Gelin Peygamberimizi gücendirmeyelim.

Gelin Meleklerimizi, hoşnut olmayacakları hususları yazma zorunda bırakmayalım.

Gelin hem dünyamıza hem birbirimize sahip çıkalım ve iyiliği yeryüzüne hakim kılalım.

Ve unutmayalım ki dünya bize, biz birbirimize emanetiz. Daha güzel bir dünya için sevgi, saygı ve merhamet diyor, selam ve dua ile Allah’a emanet olun...

 

Dipnotlar

1)      (Hucurât, 49/13)

2)      (Müslim, Birr ve's-Sıla, 34) 

3)      (Müslim, Birr, 34)

4)      (Şengüler, Açıklamalı M Akif Külliyatı, IX, 61)

5)      (Ahmed, Müsned V/411.)

6)      (İbn Hanbel, Müsned, II, 306)

7)      (Ebû Dâvûd, Edeb, 111-112)

8)      (Buhari, İman 22; Itk 15; Edeb 44)

9)      (Buhari, İman, 22)

10)   (Beyhaki, Şuabu’l-İman, IV, 286-287)

 

Paylaş: