Ümmetin 6 Hastalığına Risale-i Nur Tedavisi - 2

Birinci İlaç : "El-emel"

Ümmetin 6 Hastalığına Risale-i Nur Tedavisi - 2

Advert

Bir önceki yazımızda, Hutbe-i Şamiye’sinde Bediüzzeman Said Nursi Hazretleri’nin Avrupa’nın ilerlemesine karşın, Müslümanların gerileme nedenlerine dair sözlerini aktarmıştık. O yazımızda Üstadımızın ““Ben bu zaman ve zeminde, beşerin hayat-ı içtimaiye medresesinde ders aldım ve bildim ki: “Ecnebîler, Avrupalılar terakkide istikbale uçmalarıyla beraber; bizi maddî cihette kurun-u vustâda(orta çağ) durduran ve tevkif eden, altı tane hastalıktır.” dediği hastalıkları yazmıştık. İnşallah bu yazımızda bu hastalıkların ilaçlarını ele alacağız. Üstadımızın bu hastalıkların tedavisi için sunduğu bu ilaçların kaynağı, kendisinin de belirttiği gibi Kur’an’dan aldığı derslerdir. Nitekim kendisi de “Bu altı dehşetli hastalığın ilâcını da, bir tıp fakültesi hükmünde, hayat-ı içtimaiyemize, eczahane-i Kur’âniye’den ders aldığım "altı kelime" ile beyan ediyorum. Mualecenin(ilaç kullanma) esasları, onları biliyorum. ” buyurmaktadır.

Birinci İlaç : "El-emel"

Bu ilaçların ilki, “Ye’s”in, yani ümitsizlik hastalığının izalesi için üstadımızın sunduğu "El-emel" yani, rahmet-i İlâhiyeye kuvvetli ümit besleme ilacıdır. “Evet, ben kendi hesabıma aldığım dersime binaen, ey İslâm cemaati, müjde veriyorum ki: Şimdiki âlem-i İslam’ın saadet-i dünyeviyesin, bahusus Osmanlıların saadeti ve bilhassa İslam’ın terakkisi onların intibahıyla olan Arap’ın saadetinin fecr-i sadıkının emâreleri inkişafa başlıyor. Ve saadet güneşinin de çıkması yakınlaşmış. Ye'sin burnunun rağmına olarak ben dünyaya işittirecek derecede kanaat-i kat'iyemle derim: İstikbal, yalnız ve yalnız İslâmiyetin olacak. Ve hâkim, hakaiki Kur'âniye ve imaniye olacak. Öyleyse, şimdiki kaderi İlâhî ve kısmetimize razı olmalıyız ki, bize parlak bir istikbal, ecnebilere müşevveş(Karmakarışık) bir mâzi düşmüş.”

Üstadın bu hutbeyi irat ettiği 1911 senesi, İslâm dünyasının dörtte üçünün doğrudan Batı’nın esareti altında olduğu, henüz esir olmamış İslâm topraklarında hüküm süren Osmanlı’nın ise ‘hasta adam’ muamelesi gördüğü, Müslümanların gelecekten yana ümitsiz olduğu, karamsarlığın hüküm sürdüğü bir dönemdir. Bu tıpkı sahabeyi kiramın ahzab(hendek) savaşı sırasında içerisinde olduğu güne benziyordu. Bu savaşta neredeyse Arabistan’da Müslümanlar dışındaki bütün aşiretler, aralarındaki her türlü ihtilafı bırakıp Müslümanlara karşı birleşmiş ve Medine’ye ortak bir taarruz düzenlemişlerdi. Sayısı iki bini bulmayan sahabenin, sayıları on iki bine ulaşan müşrik ordusuna karşı direnmesi zordu. Selman-ı Fârisî’nin şehrin etrafında hendek kazılması önerisiyle sahabe, altı gün gibi kısa bir zamanda, dört kilometre uzunluğunda, dört metre genişliğinde ve iki buçuk metre derinliğinde bir hendek kazar. Hendek kazımı sırasında sahabe bir türlü kıramadıkları bir kaya için Resulullah (sav)’den yardım isterler. Resulullah (sav), bu sert kayayı üç darbeyle kırar. Vurduğu her darbede bir kıvılcım çıkar. Her kıvılcımla beraber Resulullah (sav) tekbir getirir. Ashabına  “Bana Yemen’in sarayları gösterildi”, “Bana Busrâ’nın sarayları gösterildi”, “Bana Medâyin sarayları gösterildi” diyerek, çıkan kıvılcımların bir müjde olduğunu haber verir.

Üstadımızda İslam ümmetinin içinde bulunduğu o zorlu günlerde ümitsizliğe düşmüyor, “İstikbal, yalnız ve yalnız İslâmiyetin olacak” müjdesini veriyordu.  Batılıların İslam coğrafyasının büyük bir bölümünü işgal ettiği, geri kalan yerler için de, işgal planlarının yapıldığı yapıldığı bir anda, Şam Emevi camisinde verdiği hutbesinde üstad Bediüzzaman, Müslümanları bu halinin sebeplerini sayarken ilk sırada ye’si koymuş ve bunun tedavisinin de ‘el-emel’ yani, rahmet-i ilâhiyeye kuvvetli ümit beslemek olduğunu vurgulamıştır. Her kıştan sonra bir baharın gelmesi, her karanlıktan sonra bir aydınlığın gelmesi gibi, Üstad Bediüzzeman Hazretleri de bu kışın bu karanlığın geçici olduğunu vurgulamıştır. “Hakikat-ı İslâmiyenin güneşiyle, sulh-u umumî dairesinde hakikî medeniyeti görmeyi rahmet-i ilâhiyeden bekleyebilirsiniz.”

Bediüzzaman Hazretleri,  hayatının hiçbir döneminde ye’se düşmemiştir. Kendisinin Medreseyi Yusuf iye diye tabir ettiği ve Yusuf’un atıldığı kuyu gibi soğuk ve karanlık olan zindanda dahi karamsar olmamış geleceğe dair ümidini yitirmemiştir.  1910 yılında İstanbul'dan ayrılarak, Karadeniz üzerinden Batum yoluyla Van'a giderken Tiflis'e uğrayan Bediüzzaman ile yanına gelen bir Rus polisi arasında diyalog, O’nun rahmet-i İlâhiyeye olan kuvvetli ümidine güzel bir misaldir. Seyh Sanan tepesinden ilgi ile Tiflis'i seyreden Bediüzzaman'a, şehre neden böyle dikkatle baktığını soran Rus polisine Bediüzzaman: “Medresemin planını yapıyorum” der. Rus polisi şaşkın bir şekilde nereli olduğunu sorar. “Bitlisliyim” diyen Bediüzzaman’ın bitlis yerine tiflise yanlışlıkla geldiğini düşünen Rus Polisi’nin: “Burası Tiflis’tir.” Demesi üzerine Bediüzzaman:“Bitlis, Tiflis birbirine kardeştir” demesi üzerine, Rus Polisi daha da meraklanır. Bediüzzeman’a ne demek istediğini sorar. Bediüzzaman cevaben şunları söyler: “Asya'da alem-i İslam'da üç nur birbiri arkasında inkişafa başlıyor. Sizde bir biri üstüne üç zulmet(karanlık) inkişafa başlayacaktır. Şu Perde-i müstebidane[1] yırtılacak, takallüs[2] edecek, bende gelip burada medresemi yapacağım.”[3] Bediüzzeman’nın dediği yerde bugün Risale-i Nurlar’ın okunduğu bir medrese vardır.

Bedeni hastalıklarda en önemli şey, hastanın ümitli olmasıdır. Ümitsiz bir hastaya, doktorun tedavisinin ve ilacının fayda verme şansı ya azdır ya da hiç yoktur.   Bediüzzaman Hazretleri :  “Ye’s; ümmetlerin, milletlerin seretan(kanser hastalığı) denilen en dehşetli bir hastalığıdır.” sözüyle bu hastalığı kansere benzetmektedir. Kanserli hastanın iyileşmesi umit edilmediği gibi, ye’s hastalığına yakalanan insanın da kurtulması ümit edilmez. Ümitsizlik Mü’minin şe’ni değildir. Mümin en sıkıntılı anında dahi Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.  Cenabı Allah Ayeti Kerime’de: لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ  “Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin.”[4] Buyurarak Müslümanların ümitsiz olmamalarını istemiştir.

Sözlerime üstadımızın bir sözüyle son verirken, hepinizi Allah’a emanet ediyor, dualarınızı bekliyorum.  “Evet, ümit var olunuz! Şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada, İslam’ın sadası olacaktır!” (inşallah)

(Zafer Birikli - Hürseda Haber)

[1] MÜSTEBİD: Başlı başına, müstakil olan. Emri altındakilere söz ve hürriyet hakkı tanımayan, istibdat yapan. Despot.

[2] Kasılma, çekilme

[3] Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi, s.145

 

[4] Zumer Suresi, 53.

Advert

Paylaş: