36,3931
34,3291
2.843,43
Bizleri engin
rahmetinin bir tecellisi olarak yoktan var eden, tanışmamız için farklı
dillerde ve farklı renklerde yaratan, Yüce Rabbimiz Hucurat suresinde, “Ey
insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Ve birbirinizle
tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında
en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. (O’na karşı derin bir
sorumluluk bilincini taşıyanınızdır.) Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden
haberdardır.”(1)buyurarak, Kur’ân’a göre, etnik
farklılıklar üstünlük ya da övünme yerinme vesilesi olsun diye konulmamıştır.
Etnik
farklılıkların yaratılış sebebi tanışmak içindir,yoksa atalarla övünmek için
değildir. Kavim ve kabilelerini yarıştırıp ırkçılık ve düşmanlık tohumları
ekmeleri için değildir.
Allah’ın
tanışmak için koyduğu ilkeleri üstünlük, övünme ya da yerinme vesilesi yapmaya
kalkanlar ilahi ilkeleri ters yüz edenlerdir, tersine çevirenlerdir.
Tek üstünlük
ölçüsü vardır Allah katında. Nedir peki? Onu da ayetten okuyalım; “inneekremeküm
‘indallâhietkaküm” şüphe yok ki Allah katında en hayırlınız, en iyiniz, en
üstün olanınız, O’na karşı sorumluluk bilinciyle en güzel biçimde donanmış olanınızdır.
“Şüphesiz
Allah, sizin sûretinize ve mallarınıza bakmaz. Lâkin kalplerinize ve
amellerinize bakar!”(2)
Başka bir
hadiste de "Allah Teâlâ kıyamet günü sizin soyunuzu sopunuzu
sormayacaktır. Şüphesiz ki O'nun nazarında en üstününüz, kötülüklerden en çok
sakınanınızdır" demektedir.(3)
Konuyla
ilgili bir örnek: Şah-ı Nakşibend’e, "Silsile-i nesebiniz nereye
varır?" diye sormuşlar. O değerli insan, "Silsile-i nesebiyle
kimse bir yere varamaz" cevabını vermiştir.(4)
Peygamberimiz
(sas) bir hadis-i şeriflerinde, “Ey insanlar, dikkat edin! Şüphesiz ki
Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. (Hepiniz Hz. Âdem’in çocuklarısınız.)
(Bu yüzden) Arab’ın Arap olmayana; Arap olmayanın Arap olana; kızıl tenlinin
siyaha; siyahın kızıl tenliye (ve böylece hiçbir ırkın diğerine) takva
dışında bir üstünlüğü yoktur.” buyurmuştur.(5)
Bunun da
ötesinde, “Kim gayesi İslam olmayan bir bayrak altında bir asabiyete
çağırırken veya bir asabiyete yardım ederken öldürülürse onun ölümü cahiliyye
üzeredir.”(6)
“Irkçılığa (asabiyyeye) çağıran bizden
değildir. Irkçılık davası uğruna savaşan bizden değildir.
Irkçılık
davası uğruna ölen bizden değildir.”(7) buyurarak böyle bir ırkçılığın din tarafından uygun
görülmediğini ifade ederek Müminin sadece dünyasını değil ukbasını da
mahvedecek olan bu cehaletten ümmetini sakındırmadı mı?
İslam’ın
gelişiyle, cahiliyenin diğer unsurlarıyla birlikte ırkçılık ateşi de
söndürülmüştür. Ne var ki, daha Asr-ı Saadet’te zaman zaman bu ateşi tekrar
alevlendirebilecek hareketler yapanlar olmuştur.
Bir defasında,
Hz. Bilâl-i Habeşî (ra) ile münakaşa eden Hz. Ebû Zer (ra) tartışma sırasında
Hz. Bilâl (ra)’e, “siyah kadının oğlu” demişti. Olay Peygamberimiz
(sas)’e aksettirilince Efendimiz aleyhisselam, bu cahiliye tavrına çok kızmış
ve Hz. Ebû Zer (ra)’i: “Ey Ebû Zer! Onu annesinin renginden dolayı ayıpladın
hâ! Demek sende hâlâ cahiliye kalıntısı var!” diye azarlamıştı.(8)
Yaptıklarına
son derece üzülen ve pişman olan Ebu Zer, yanağını yere koyarak, "Bilal
ayağı ile basmadıkça yanağımı yerden kaldırmayacağım" demiş ve özür
dilemiştir.(9)
Hz. Peygamber
de cahilî bir âdet olan ırkçılığı sık sık gündeme getirerek eleştirmiş ve
yasaklamıştır.
Hz. SELMAN'IN KIYAMETE KADAR
GEÇERLİ CEVABI
Asr-ı
Saadet’te yaşanmış, dün, bugün ve yarınımıza ışık tutacak Irkçılık belasına
merhem olabilecek Resulü Ekrem (s.a.s)'in Mescidi Nebevisinde yaşanan bir
tablo:
Sahabeden bir
grup, Mescidi nebevide halka kurmuş aralarında sohbet ediyorlardı.
İçlerinden
birisinin Hz. Selman ile bir problemi vardı.
Selman-ı
Farisi Mescid-i Nebevi'nin kapısından içeri girdiğinde, Selman'la sorun yaşayan
bu sahabe, Hz. Selman'ın işiteceği şekilde konuyu değiştirdi ve etrafındaki
arkadaşlarına kabile ve soylarını sormaya başlarlar.
Soyun-sopun
nedir, sülalen nereye dayanıyor,
hangi kabiledensin? diye sormaya başladı.
Soruya cevap
olarak her birisi kendi soyunu-sopunu anlattı.
Birisi
der, “Ben Mudar
kabilesindenim, falan oğlu falanım!”
Bir
başkası ‘Ben Evs
kabilesindenim, benim babam Medinelilerin en şereflilerinden falan oğludur. Dedem
şudur, dedemin babası şudur!'diye kendi soyunu-sopunu anlatmaya başladı.
Bir başka
sahabe,“Ben de Temim
kabilesindenim, falanın oğlu falanım.”der.
Bir diğeri
“Ben, Hazrec kabilesindenim!”der.
Bir
başkası da“Ben de
Kureyş kabilesindenim, insanların en şereflilerinin soyundanım!”der.
Selman, bütün
söylenenleri esefle dinler.
Sohbet
bitince, sohbeti yöneten zat Hz. Selman'a döndü:
Ya Selman,
“senin soyun-sopun
nereye dayanıyor, sen nerelisin, sen hangi kabiledensin?” diye sordu.
Onlara göre
onun vereceği cevabı yoktu, çünkü o acemdir (İranlıdır) ve orada gariptir,
bilinen bir soyu yoktur.
Hz. Selman
(r.a), kıyamet sabahına kadar yeryüzündeki bütün Müslümanlara ders verircesine
örnek olabilecek bir cevap verdi :
Ve dedi
ki,
“أناسلمانإبنالإسلام”
"BEN DE İSLAM'IN OĞLU
SELMAN'IM"
Ve sonra
gözleri dolarak şöyle hitap etti:
Ben
dalaletteydim, sapıtmış bir insandım, Allah (c.c) Hz. Muhammed (s.a.s) ile beni hidayete
erdirdi.
Ben fakir,
yoksul bir insandım,
Allah (c.c) beni Hz. Muhammed (s.a.s) ile zenginleştirdi.
Ben basit
bir köle idim, Allah
(c.c) beni Hz. Muhammed (s.a.s) ile özgürlüğüme kavuşturdu.
İşte benim
soyum ve ırkım.
“أناسلمنانإبنالإسلام”
Benim
soyumu-sopumu öğrenmek mi istiyorsunuz?
Ben de İslâm
oğlu Selman'ım, dedi.
Ses seda
yoktu. Herkes donup kalmıştı. Ama içten içe İslâm kardeşliği duyguları
kaynamaya başlamıştı.
Hz. Ömer
(r.a) olanları mescidin bir yerinde dinliyordu. Bu sözleri duyar duymaz ayağa
kalktı, topluluğunun yanına geldi.
Hz. Ömer
(r.a) Onlara dedi ki, benim de soyumu-sopumu öğrenmek istiyor musunuz?
Ben de
“أناعمرابنالإسلامأخوسلمنانإبنالإسلام ”
“BEN DE İSLAMIN OĞLU
ÖMER'İM.
İSLAMIN OĞLU SELMAN'IN
KARDEŞİYİM"
dedi.(10)
Hz Ömer'in de
“Ben de İslâm oğlu Ömer, İslâm oğlu Selman'ın kardeşiyim” sözleri kavmiyetçilik
davası güdenler için unutulmaz bir cevaptır.
Oradaki
sahabelerden biri daha ayağa kalkar,
"BEN DE
İSLÂM'IN OĞLUYUM".
Bir başkası
daha hemen ayağa kalkar;
"BEN DE
İSLÂM'IN OĞLUYUM"
Bir başkası
"BEN DE İSLÂM'IN OĞLUYUM" diye bağırmaya başlarlar, ağlayarak
birbirlerine sarılmaya başlarlar, işte bizi ancak bu ruh birleştirebilir.
Ben de
İslam’ın oğluyum, ben de İslam’ın oğluyum deyip birbirimize sarılma zamanıdır.
Ve mezhebini,
meşrebini, ırkını, ideolojisini rahmet dini İslâm’ın önüne geçirme gafletine
kapılanlar!
Asabiyetini
insanlığının ve Müslümanlığının önünde tutanlar!
Hepimiz
yeryüzünde büyük insanlık ailesinin birer ferdi değil miyiz?
Hepimiz Hz.
Âdem ve Hz. Havva’nın çocukları değil miyiz?
Hepimiz bir
Allah’ın kulları değil miyiz?
O halde nedir
birbirimizden alıp veremediğimiz?
Birlikte
huzur ve güven içinde yaşayabilmek için ihtiyacımız olan erdem ve faziletler
fıtratımıza nakşedilmiş iken bunları fiiliyata geçirmek, söylem ve
eylemlerimize yansıtabilmek ve ikincisi olmayan bu dünyayı daha güzel,
yaşanabilir bir dünya yapabilmek bu kadar zor mu gerçekten?
Gelin
Yaratanımızı darıltmayalım.
Gelin
Peygamberimizi gücendirmeyelim.
Gelin
Meleklerimizi, hoşnut olmayacakları hususları yazma zorunda bırakmayalım.
Gelin hem
dünyamıza hem birbirimize sahip çıkalım ve iyiliği yeryüzüne hakim kılalım.
Ve
unutmayalım ki dünya bize, biz birbirimize emanetiz. Daha güzel bir dünya için
sevgi, saygı ve merhamet diyor, selam ve dua ile Allah’a emanet olun...
Dipnotlar
1)
(Hucurât,
49/13)
2)
(Müslim,
Birr ve's-Sıla, 34)
3)
(Müslim,
Birr, 34)
4)
(Şengüler,
Açıklamalı M Akif Külliyatı, IX, 61)
5)
(Ahmed,
Müsned V/411.)
6)
(İbn
Hanbel, Müsned, II, 306)
7)
(Ebû
Dâvûd, Edeb, 111-112)
8)
(Buhari,
İman 22; Itk 15; Edeb 44)
9)
(Buhari,
İman, 22)
10)
(Beyhaki,
Şuabu’l-İman, IV, 286-287)