İskilipli Atıf Hoca miladi 1876, hicri 1292'de Çorum'un
İskilip ilçesinin Tophane köyünde doğmuştur. İlmin basamaklarından kıvrak aklı
ve ilme olan iştiyakıyla kısa sürede çıkan Atıf Hoca, 1902'de okulu
birincilikle tamamlar. Okulunda “İskilipli Mehmet” olarak anılan Atıf Hoca,
aynı yıl müderrislik/profesör unvanıyla Fatih Camiinde ders vermeye başlar ve
İstanbul Dar'ül Fünun İlahiyat Fakültesi'ne girer. 1905'te mezun olan Mehmet
Atıf, Kabataş Lisesi'nde Arapça öğretmeni olarak göreve başlar. Bu yıl içinde Fatıma
Zahide Hanım ile evlenir.
Haksızlıklar kimden kime gelirse gelsin İslam alimleri için ve
onurlu müslümanlar için kabul edilebilir değildir. Osmanlı döneminde ve
kendisinin de parlak bir çağında etrafındaki ve ilmi kurumlardaki haksızlıkları
şiddetle red eden Atıf Hoca, Bodrum'a sürgün edilir. Burada da üzerinde
yoğunlaşan baskılar yüzünden Kırımlı İbrahim Tali efendinin pasaportuyla
gizlice Kırım'a, oradan Varşova'ya geçer. Meşrutiyet'in ilanından bir hafta
evvel İstanbul'a döner.
İskilipli Hoca'yı sadece
biz anlamadık
Yıllar geçer bu kez İttihatçılar onu sürgüne Sinop'a yollarlar.
Bu dönemde yazılarıyla İslam âleminin de dikkatlerini çeker Atıf Hoca. Aslında
Atıf Hoca'nın ne Osmanlı'da ne de Cumhuriyet döneminde kıymeti anlaşılmıştı.
Batı mukallitliği ile gözlerine madde perdesi çekilenler onu haşa bir yobaz,
bir ayakbağı bilirlerken dünyanın farklı yerlerinden farklı kişiler ona
hayranlığını izhar etmişlerdi. Örneğin; Japon büyükelçisi Baron Usida'nın onu
ziyareti esnasında: “ Sizin gibi birkaç hoca daha olsaydı, İslamiyet bütün
Doğu'yu- hatta- Japonya'yı da fethederdi” demişti.
Yine Amerika'dan gelen bir heyetle bir vesile ile tanışınca,
Amerikalı Heyet ona hayran olup onu Amerika'ya davet ederler.
Davetler ve onun ilminden istifade etme amaçlı danışmalar sadece
bununla sınırlı değildir.
Üsküp, Kosova, Plevne heyetlerinin memleketlerine yerleşme
isteklerini,
Kırım Vakıflar Bakanlığı teklifini, Kral Faysal'ın Bağdat'a
davetini nezaketle geri çevirir.
Bir İtalyan müsteşrikinin bazı sorunlarını ona danışması ve
Hoca'nın sunduğu çözümler karşısındaki “ Şöhretinin haklılığını” ifadesi, bazı
müsteşrik dergilerin ona yüksek ücret teklif ederek dergilerine yazı
göndermesini istemeleri Atıf Hoca'nın aydın bir kafaya sahip olduğunun da
ispatıdır. Ama yumurtadan çıkmış, kabuğunu beğenmez misali her şeyin güzelinin
batıda olduğuna şartlanan kompleks yuvası dimağ sahipleri onu anlamadılar onun
bu müslüman millete meyve vermesini engellediler.
Cumhuriyet Döneminde M. Kemal aldığı kararların radikal kararlar
olduğunu iyi bilmektedir. Ve kendi beyanlarıyla sabit olduğu üzere bu radikal
kararları yine radikal uygulamalarla hayata geçirebileceklerinin de
farkındadır. Örneğin Şapka için M.Kemal'in düşüncesi şudur; "Arkadaşlar!
Şapka sadece bir giyim şekli değildir. Biz bu milletin kafasına şapka geçirerek
kafasının içindekini de değiştireceğiz"
Lakin millet şapkaya tepkili ve itirazlıdır. Bu tepkileri
dindirmek için, halka gözdağı vermek gerekiyordu.
Şapka kanunu çıkmadan 2 yıl önce Atıf Hoca, Frenk Mukallitliği
Va Şapka adlı bir risale yazmıştır. Risalesinde İskilipli Atıf, batının ilmini
ve fennini almanın caiz olduğunu söylemiş ama o günlerde bunun yerine batının
ahlaksızlığının alındığını nazara vermiştir. Bu risalesi dönemin Milli Eğitim
Bakanlığınca incelenir, yayımına izin verilir ve hatta Atıf Hoca bir hizmette
bulunmuştur denilerek taltif bile edilir.
Ne var ki, 1925'de Şapka Kanunu çıkınca Atıf Hoca başta bu
risalesi olmak üzere eften püften sebeplerle İstiklal Mahkemesine çıkarılır.
Atıf Hoca'nın mahkemesine bakan heyetin başkanı İstiklal Mahkemelerinin 3
Alisinden olan Kel Ali'dir. Kel Ali, Atıf Hoca'yı yargılarken ısrarla şapkaya
cevaz vermesini ister. Ama Atıf Hoca taviz vermez. Atıf Hoca'yı kanunda çok
önce yazdığı bir eserle yargılayan ve şapka dayatması yapan Kel Ali çok değil,
Şapka Kanununun çıkasından bir yıl önce meclis koridorlarında şapka giyen bir
gazeteciyi "Baban da mı şapka giyerdi?" diyerek şapka giydiği için
dövmüştür. Şimdi ise dünyanın bir ucundan iltifatlar almış, aydın kişiliğinden
ve ilminden istifade edilmek için defalarca davet edilmiş bir İslam alimini
yargılamaktadır.
Şapkadan dolayı kimler
asılmadı ki!
İstiklal mutat olduğu gibi Atıf Hoca'nın da son duruşmasında
"Sanığın idamına, bilahare tanıkların dinlenmesine" denilerek Atıf
Hoca'nın idam kararını verir.
4 Şubat 1926'da idam sehpasında şehadetin en tatlı şerbetini
içen Atıf Hoca'nın idam kararını işittiğinde son sözleri şu olmuştur; “ Zalim
ve katillerle elbette mahşer günü hesaplaşacağız!"
Şapka Kanunuyla idam edilen tek kişi Atıf Hoca değildir. Şapka
Kanunu'na karşı Sivas, Kayseri, Erzurum, Rize, Maraş ve Giresun'da protesto
yürüyüşleri yapılır. Protesto gösterileri üzerine hemen devreye giren İstiklal
Mahkemeleri 25 Kasım 1925'te Ankara'dan hareket eder. Aralarında İmamzade
Mehmet Efendi, Vaiz Tarakçıoğlu Sabit, Avukat Hulusi, Şeyh Muharrem, Molla
İbrahim, Bayraktar Hamdi gibi isimlerin bulunduğu 57 kişi idam, 27 kişi de ateş
edilerek şehid edilir. 100 kadar kişi de 10 ile 15 yıl arası değişen hapis
cezası alır. tabi bunlar üzerine kalın perdeler atılarak örtülen yakın tarihten
bilinenler. Bunların haricinde kayıtlara girmemiş kaç mazlum, şapka giymediği
için şehid edilmiştir, ALLAH bilir..
Atıf Hoca'ya bu vesileyle Allah Azze ve Celle'den rahmet
diliyoruz.