Davetçi ve ufuk

Sitemizin Yeni Yazarlarından Muhammed Hadi AYDEMİR`in yazısı

Davetçi ve ufuk

Advert

Allah(cc) Kur’an-ı Kerim’de “iki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir aralarında bir engel vardır, birbirlerine geçip karışmıyorlar”( Rahman suresi 19,20) Allah, tatlı suyu tuzlu sudan ayırmıştır. Bu hakikati 14 asır sonra bugünün bilimi ancak ispat edebilmiştir. Yukarıdaki ayeti, Mekkeli ve Medineli sahabeler işittiğinde Mekke ve kısmen Medine’de insanlar içecek su bulamıyordu. Ticaret kervanları ancak su kuyularının bulunduğu güzergâhlardan yolculuk yapabiliyorlardı. Su kuyularının olmadığı  güzergâhlarda yolculuk yapmak ölüm demekti. İşte böylesi bir ortamda Allah Resulü Allah’tan getirdiği vahyi bu çevre, şart ve iklimde yaşayan insanlara iletiyordu.  Ancak onlar bu duydukları karşısında şaşırıyor… Ama Allah’ın bildirdiği bu vahye ilm`el yakin derecesinde iman ediyorlardı… Ama Ashap bunu bu şekilde kabul ederken bir gün bir asırda bir bilim adamı bu bilgileri zamanın insanlarına ayn`el yakin derecede göstereceğine inanıyorlardı.  Çünkü sahabenin ufku bu idi. Genişti… hemde çok genişti…  O kadar genişti ki susuz ve ıssız çöllerde yaşarken, deryada yaşananları fehmedecek kadar genişti.

Bu durumu biz hendek savaşında da görüyoruz.  Hendekler kazılırken birden bir kaya çıkar hendeğin içinde ve kırılmaz. Durumdan Hz. Peygamber(sav) haberdar edilir. Allah Resulü balyozla kaya vuruyor, Şam’ın, Kisra’nın, Yemen’in fethini müjdeliyordu. Ama Ahzab savaşında içlerinde bulunduğu durum hakikaten ürperticiydi. Bir tarafta Mekkeli müşrikler, hemen hendeğin diğer tarafında bulunuyorlardı.  Diğer yanda Medine anayasasına her fırsatta ihanet eden yahudiler vardı. Öte yanda ise Müslüman gibi görünen kalbi hastalıklı münafıklar vardı. Bu savaşın diğer adı zaten Ahzab savaşıydı.  Bu savaşta birçok hizip müslümanlara karşı birleşerek planlar kurarak savaşmıştır. Tamda böylesi bir ortamda Allah Resulü`nün her balyoz sonrası gelen müjdesine sahabeler tekbir getirerek el emin vasfının sahibine El- Hak doğru söylüyorsun diyorlardı. Zira onlar Allah’a ve Resulüne iman etmiş imanları üzerine istikamet üzerine yürümüşlerdir. Çünkü sahabe neslinin ufku, karanlık asırlarda fethin aydınlığını, parlaklığını görebiliyordu.

 Bir örnekte yakın geçmişten vereli. Bir asra yakın, laiklik denilen ucube kavram ve Kemalist din saplantısında olanlar,  bir toplumunun bütünleştirici, kaynaştırıcı, bağlayıcı ne kadar değeri, inancı,ilkesi varsa hepsini ortadan kaldırmaya çalıştılar. Irklar üzerinden insanları ayrıştırıp anarşiye alt yapı sağladılar. Bu baskıya ve zulme tepki olarak doğan kirli bir yapı ise işi başka bir beşeri aynı zamanda gerçeklikten uzak yöntemlerle çözmeye çalıştı. İşte bu iki islam düşmanı beşeri akım arasında; inançlarını, namuslarını, kültürlerini koruma mücadelesi veren bir camia bu iki beşeri gücün zorbalıklarına zulüm ve katliamlarına maruz kaldı. İçerden dışarıdan topyekün bir baskınla adeta malum islami yapının şahsında islam’ı yeryüzünden silmeye çalıştılar. Oluşturulan beşeri felaketle aileler, kendi evlatlarndan; evlatlar, babalarından haber alamıyordu. Cami baskınları, gece baskınları, işkence seansları almış başını gidiyordu. Kimlerin öldüğü kimlerin kaldığı artık meçhuldü. İşte tam bu sırada bir davetçi çıkıp “biz inşaallah ümmetin vahdetine vesile olcağız” diyordu. Ama zamanın koşullarında okunduğunda hiçte gerçeklikle bağdaşmıyordu. Zaten kimsecikler inanmıyordu. Hatta edep ve vicdan el verse delilikle bile itham ediyorlardı. Ama işte o kara kışlar, yerini bahar, soğuk uzun geceler yerini, şafağın müjdesine,  sis bulutları berrak ay’a ve ışıltılı güneş’e yerini bıraktı bırakıyor.

İşte ufuk sahipleri kışın fırtınasını  yaşarken, baharda tabiatın dirilişinin müjdesini veren Sünnetullah’ın kanunlarını bilir.ona göre davranır.

Hasılı kelam. Ufku geniş olanlar asrı saadette olduğu gibi her dönemde dava bilincini kavramış hakikat yolunda pervane olmuşlardır.  Onlar, sarayların tahtında olsalar da zindanlarda yaşasalar da, zamanın şartları, koşulları hiçbir zaman onların ufuklarını perdeleyememiştir. Onlar yani her devrin ufuk, dava, dert sahipleri, dışarının baharına, kışına aldırmadan yüce idealler uğruna bir ömür harcar lakin vakit israf etmezler.

Ufuk sahipleri, Allah’ın kendisine ihtiyacı olmadığını bilakis kendisinin Allah’a her daim ihtiyacı olduğunu bilir yüce Rabbe muhlis kul olmak için dünyasını ve dahi ahiretini feda eder. Sabretmek, imanın gereği olarak görülmeli. Davada ye’s olmamalı. Allah ile rabıta kurulmalı. İçten pazarlıklı, peşin hesaplar üzerinden çıkarımlar yapılmamalı.

Tevhit mücadelesi tarihi göstermiştir ki, dava ufku geniş, sabırlı, kararlı gayretli ama bir o kadar ümitvar olanlarla daima yükselmiş, genişlemiştir.

Nice hal ve durumlar, nice krallıklar sultanlılar nice zalimler ve zulümler kendi dönemlerinde hep sonsuz görülmüş ama ne ebeden gelen bir zulüm kalmış ne de ebede kadar devam edecek olan bir sultanlık olacak…

Allah’tan rahmet ve bereket beklemek, akıbetten ümitvar olmak, dava yolunda en iyi motivasyon kaynağıdır. Ufku geniş olmak geleceği görmek değildir geleceğe yürümektir

Advert

Paylaş:
Advert