Ölmeye Değmiyor Dünya

Günlerin ertesiydi. Aldığımız duyumun sancısı kalbimizi kara sislerle kaplamıştı.

Ölmeye Değmiyor Dünya

Advert

 Bahsimiz ölümün pençesine boynunu kaptıran bir can. Hayır, şöyle demeliyim; ölüme kendi iradesiyle karar veren talihsiz bir genç dahaydı o.

Ölüm ateşten bir gömlek de kendi canına kıymak daha mı az acıtıcı gelmeli? Kendi soruma yanıtım gecikmiyor." Ölüm acı fakat ölümüne karar vermek hem kendi hem de geride bıraktıkların için daha da acı." Biz de o acıyı yaşadık bir ertesi günde. Bu nedenle bu hafta hikâyeme devam etmek yerine böyle bir yazı paylaştığımı ilgisi olan fark etmiştir. Bana sanki yaşadığımız acı çok daha dokunaklı bir hikâyeymiş gibi geldi. Bu yüzden sizinle de paylaşmak istedim. Gerçi keşke hikaye olsaydı..

Apar topar gittiğimiz evde aşina olduğumuz bir sahneyle karşılaşmıştık. Kendinden geçen bir anne, yerde kendini paralayan teyzeler ve kendi içinde acısını yaşamaya çalışan bir kaç kişi daha. Hıçkırıklar arasında bir cümle duyacaktık az sonra. " Neyini eksik koyduk ta oğlum, kıydın canına.??"

Yirmilerinde bir gençti. Hakkında edebinden, insanlara karşı saygısından ve bir de genellikle sustuğundan bahsedenler çoktu. Hayatında sadece bir kaç hatası olmuştu. "Sadece" diyorum. Ancak bu sadeceler tüm hayatına mal olacak ağırlıktaydı. İki tane de mektup bırakmıştı geriye. Hatırladığım kısmı hatırımdan hiç silinmeyecek sanıyorum. " Anne, baba.. Sizleri hep üzdüğümün farkındayım. Her şey için çok özür diliyorum. Artık bu hayatta yaşayacak gücüm kalmadı. Arkadaşlarımdan yediğim ve yemeye devam ettiğim hançerler artık benim zoruma gidiyor. Dayanamıyorum." Bir kaç borcu olduğu rakamı ve küçük kızına sahip çıkmalarını istediğini de yazmıştı. Canına kıymıştı sonra. Adı Yasin'di. Acaba hangi sancılarla, hangi düşünce ve psikolojiyle bu tükenmiş halini önce kâğıda dökmüş sonra da sessizce ölüme yürümüştü?

Boşandığı eski karısını gördüm bir ara. İstenilmemesine rağmen ikinci gün cenaze evine gelecek gücü bulması benim için manidardı. O da pek gençti. Bir çocuğu vardı. Bayramda babası gelecek diye şimdiden heyecana kapılan yavrusuna ne diyecekti?  Belki bu ve bunun gibi birçok düşünce çıkmazlarına karşı sessizce ağlıyordu kadın. Yine bir cümle duyuyorsunuz güç bela anlaşılan. " Yasin... Bu acıyı bize niye bıraktın?"

Herkes ağlıyor. Ve bu dokunaklı sahne karşısında dayanamayıp sende ağlıyorsun. "Bir Fatiha yahut Yasin okuyabilir miyim" sorusu bölüyor gözyaşını. Buruk bir cevapla" Yaşadığı şizofreni vs. gibi hastalıkları vardı. Son anında aklının başında olmadığı umudundayız. Bu yüzden cenaze namazı kılınacak ve evet Fatiha okuyabilirsiniz" diyorsunuz titremiş bir sesle. Yine ciğeri yanmış bir annenin sözleriyle hıçkırıklar düğümleniyor boğaza  " Gömleklerini daha yeni ütülemiştim. Dolabın bir sürü tertemiz kıyafetinle dolu. Her şeyin güzeldi, sen güzeldin. Neyini eksik buldun da canına kıydın yavrum. "

Gerçekten neyi eksikti? Giysileri, kullandığı kredi kartları, bindiği sayısız güzel arabalar. Hepsi çok güzel ve lükstü. Bu imkânlar arasındayken takıldığı arkadaşları onu yanlış yerlere götürmüştü. Kullandığı bonzaiyi bırakmak için sonradan çok çabalamıştı ama bu çabasının karşılığını nihayetinde alsada onda bıraktığı hasarlar kaçınılmazdı. Dükkânı kapatılmıştı. Çok borca batmıştı. Maddi sıkıntısı pek görmemiş birisi için bu sıkıntı çok boğucuydu. Canına kıymak sanki geri dönüşü olmadığını düşündüğü bu yolda tek çaresiydi. Neyi eksikti demiştik ya. İşte en bariz eksikliği yaptığı hata ve günahlarının içten bir tövbeyle sıfırlayabileceğini bilmemesiydi. Çaresiz kaldığı nice olaylar karşısında "Rabbim derdimden büyüktür" demeliydi. Mahvolan bu dünyasında kurtuluşun kendi canına kıymanın olmadığını bilakis öteki âlemini de karartmasına sebep olduğunu bilmeliydi.

Amacım bir insanın hayatı konusunda " yapmalıydı, etmeliydi" gibi uzaktan söylemesi kolay ve gereksiz klişelerini sıralamak değil. Bahsetmek istediğim, bir anne çocuğunu kalbinde imanla, yaptığı hatalarının geri dönüşü olabileceği bilincinde, bu dünya hayatında yaşanılan hiçbir acının kalıcı olmadığı sadece bir imtihandan ibaret olduğu bilgisinde büyütmeli. Aksi halde yaptığı hatalar ve yaşadığı nice sorunlar karşısında dimdik duramaz. Allah muhafaza daima yanılıp yenilgi yaşar.

Cümleleri toparlarken o sisli günden unutamadığım kısa bir şeyi daha paylaşmak istiyorum. İçinde bizim de bulunduğumuz Land Rover marka arabasıyla cenaze konvoyundaki Muzaffer amcanın o yaşında gözyaşlarını çekinmeksizin akıtarak dediği bir cümle içimizdeki nice gereksiz hayalleri ve üzüldüğümüz nice konuları kalbimizden eliyor; "Huzurun olmadıktan sonra dünya malı bir halt değil..."

Demek insanın istediği imkânlar elinde olsun diye çabalaması bile huzursuz olmasından daha üstün değil. Şükrediyorsunuz olanlarınıza.

Aslında ölmeye bile değmiyor dünya. Bunu cenazelerde daha iyi anlıyorsunuz.

ZÜMRA SARMAN

Advert

Paylaş:
Advert